Bağlanma Teorisi

Her birey doğduğu andan itibaren bir bağlanma örüntüsüyle dünyaya gelir, bu örüntü çevredekilerle yaşam boyu bağ kurmayı sağlar. Birey fiziksel ya da duygusal açıdan bir tehdit hissettiğinde kaygı, üzüntü gibi duyguları hissederek bağlanma örüntüleri aktif hale gelir. Doğuştan gelen ve öncelikli olan strateji bu bağlanma figürleriyle yakınlık kurmaktır. Böylelikle birey kendini daha rahat hisseder ve güvenlik hislerini yeniden kazanır. Arkadaşlar ve romantik ilişkiler, bireyin yetişkinlik dönemindeki bağlanma figürü temsillerimizdir.

Bağlanma teorisine (Bowlby) göre, bir bebeğin birinci bakım veren/ anne ile istediği yakınlığı kurup devam ettirebilmesi için gösterdiği tüm davranışlar bağlanma davranışı olarak adlandırılır ve bu davranışların evrimsel açıdan bebeğin kendini tehlikelerden korumasını hedeflediği düşünülmektedir. Anne bebeğinin bu sinyallerine duyarlı olup yanıtladığında, bebek annesini güvenilir bir liman/üs olarak algılar, böylelikle başkalarına da güvenebilmeyi öğrenir ve çevreyi keşfetmeye yönelebilir. Ancak, bu süreçte olumsuzluklar olduğunda, yani anne/bakım veren bebeğinin sinyallerini tutarlı bir biçimde yanıtlayamadığı zaman, bebek annesiyle güvenli bir bağ oluşturamaz. Bağlanma teorisine göre bağlanma figürünün ulaşılmazlığı hem çocuk hem de yetişkinlerin kaygı veya rahatsızlık göstermesinin belirleyicisi olabilir çünkü bağlanma sistemi koruyucu rolünü yerine getirememektedir ve destek alamayan çocuk kendisini güvende hissetmez. Bu yüzden, güvenli bağlanma geliştiremeyen çocuklar dünyayı tehlikeli, beklenmeyen tehditlerle dolu bir yer olarak algılar. Güvende olma, anlaşılma ve sakinleşme gibi temel ihtiyaçlarını karşılamasını sekteye uğratır. Bağlanmayan (güvenli- güvensiz) bir bebek yoktur. Bebekler 6. ayda ‘güvenli üs’ davranışı oluştururlar. Belli bir yetişkinin varlığında rahatlama, iyi hissetmeye başlarlar. Bebeklerin bağlanma örüntüsü ilk 1 yılda oluşur. Bebeğin güvenli bağlanıp bağlanmadığını 1 yaştan sonra anlayabiliriz. Ainsworth’e göre ebeveynin; bebeğine duyarlılığı, kabulü, psikolojik olarak ulaşılabilirliği ve tutarlılığı güvenli bağlanma örüntüsünün oluşmasında önemli özelliklerdir.

Bağlanma Tipleri Nelerdir?

 Mary Ainsworth ve arkadaşları tarafından ilk olarak yabancı ortam, yabancı durum olarak adlandırdıkları deneysel bir yöntem ile bağlanma örüntüleri belirlenmiştir. Bu yöntemde, bebek annesiyle rahat bir laboratuvar odasına alınmış, ardından kısa aralıklarla annesinden ayrı bırakılmış ve bir yabancıyla yalnız bırakılmış, sonra tekrar annesiyle bir araya getirilmiştir. Deney sırasında, bebeklerin gösterdikleri bağlanma davranışları 3 farklı bağlanma örüntüsü olarak sınıflandırılmıştır. Bunlar; Güvenli bağlanma, Kaygılı-kararsız bağlanma, Kaygılı-kaçınan bağlanma olarak adlandırılmaktadır.

Güvenli bağlanan bebekler, anneleri ile birlikte oldukları sırada onlarla sıcak ilişkiler kurmuşlar, çevreyi keşfetmekte hevesli davranmışlar, odaya bir yabancı girdiğinde hafif ama kalıcı olmayan bir endişe yaşamışlar, anne odadan ayrıldığında görülebilir şekilde üzülmüş, anne geri döndüğünde ise onu sıcak bir şekilde karşılamış, rahatlamış ve anneye yakın olmak istemişler. Kaygılı-kaçınan bebekler annelerine ve onların nerede olduklarına ilgi göstermemişler, anneleri odadan ayrıldığında veya odaya geri döndüğünde çok az tepki göstermiş ya da hiç tepki göstermemişler. Kaygılı-kararsız bebekler annelerinin nerede olduklarına, onların ulaşılabilir olup olmadıklarına, onlarla sık sık sözel ve fiziksel temas kurmaya yoğun bir şekilde tetikte olmuşlar. Anne odadan ayrıldığında yoğun endişe yaşamış ve geri döndüğündeyse sakinleşmekte zorlanmış, annelerine hem yakın olmak istemiş hem de yoğun öfke ve direnç göstermişler.

Güvenli Bağlanma (Secure)

Güvenli bağlanma stili, sağlıklı ve istenen bağlanma türüdür. Çocuk; anne ya da birincil bakım veren kişinin yanında olduğunu, kabullenici olduğunu ve duyarlı olduğunu bilir. Duygularına karşılık bulduğu bir bağlanmadır. Bu bireyler duygularını, sevgi ve yakın ihtiyacını ifade edebilen ve karşılayan tarafta olabilecek sağlıklı ilişkiler kurabilmektedir.

Kaygılı Bağlanma (Anxious/ Ambivalent)

Kaygılı bağlanma stilinde; anne-baba ya da birincil bakım veren ebeveynler, çocuklarının ihtiyaçlarını tutarsız ve istikrarsız bir şekilde karşılar. Çocuğun ihtiyaçlarında anne kimi zaman vardır, kimi zaman yoktur. Bu durum çocuğa karışık mesaj verdiği için bir türlü güvenlik duygusu geliştiremez.

Bu bireyler yakınlık kurma, sevgilerine karşılık alma ihtiyacı içinde olsa da bu konuda yoğun kaygı duyma eğiliminde olabilirler.

Kaçıngan Bağlanma (Avoidant)

Kaçıngan bağlanma stilinde anne ilgisiz ve mesafelidir. Çocuğun ihtiyaçlarını fark edemez, fark etse de tepkisiz kalmıştır. Bu bağlanmada türünde çocuk duygularını gizlemeyi ve sadece kendisine güvenmenin iyi olduğunu öğrenir.

Bu bireyler yetişkinlik döneminde ise bağ kurmaktan kaçınır. Yakın ilişkileri reddeder. Yardım istemek, samimiyet kurmak, duygu- düşüncelerini paylaşmaktan kaçınırlar. Bu nedenle kişiler arası ilişkilerde sorun yaşar.

Düzensiz Bağlanma

Düzensiz bağlanma stilinde tutarsız davranışlarda bulunmak ve güven problemi yaşamak sıkça görülebilmektedir. Düzensiz bağlanma stiline; çocukluk travmaları, ihmal, istismar, ebeveynlerden korkma hali gibi yaşantılar neden olabilmektedir. Bu bireylerin ilişki stilinde korku, içsel çatışmalar ve güvensizlik gibi durumlar ortaya çıkabilmektedir.

Bağlanma Örüntüleri Çocukluk ve Yetişkinlik Yaşamını Nasıl Etkiler?

Ebeveyninden “ben buradayım, seni duyuyorum, seni anlıyorum, sana değer veriyorum” mesajlarını alan, anlaşıldığını, değerli olduğunu, kabul edildiğini hisseden ve bunun sonucunda güvenli bağlanan çocuğun hem kendine ve hem de çevresine güveni olumlu yönde desteklenecektir. Bu olumlu mesajları iletebilmenin en temel yolu bebeğin anne karnındaki dönemden itibaren onun olumlu veya olumsuz tüm duygusal sinyallerini anlamak, duygularıyla bağlantı kurmak, ona anlaşıldığını hissettirmek, duygularını yargılamadan, küçümsemeden veya ihmal etmeden olduğu gibi kabul ederek ihtiyacına yanıt vermekten geçer.

Yapılan araştırmalar, yaşamın ilk yılında güvenli bağlanan çocukların, güvensiz bağlanan akranlarına göre daha az bağımlı olduklarını ve bunun bir sonucu olarak çevreyi keşfetmekte daha meraklı ve ilgili olduklarını ileri sürmektedir. Güvenli bağlanan çocuklar, zorluklar karşısında başarılı olabilecekleri inancına sahiptirler. Stresli durumlarda yaşadıkları olumsuz duygularla daha iyi başa çıkabilirler. Dolayısıyla, güvenli bağlanan çocuklar sezgilerini kullanarak çevresini yönetmekte daha başarılı olurlar.  Güvensiz bağlanan çocuklar ise, çevrelerine karşı çok daha az merak duyar ve çekingen tavırlar sergilerler. Pek çok çalışma, erken çocukluk dönemindeki güvenli bağlanan çocukların ileriki yıllarda sosyal ilişkilerinde daha yetkin olduklarını göstermektedir. Okul öncesi dönemde güvenli bağlanan çocuklar güvensiz bağlanan akranlarına göre daha iyi sosyal beceriler gösterdiklerini ve okula daha kolay uyum sağladıklarını da ileri sürmektedir. Güvenli bağlanan çocukların ilkokul yıllarında arkadaşları arasında daha çok kabul edildiklerini ve daha fazla arkadaşlarının olduğunu da ortaya koyar. Ayrıca, güvensiz bağlanan çocuklara göre kendilerini daha az yalnız hissettikleri bulunmuştur. Erken çocukluk döneminde kurulan güvenli bağlanmanın, ileriki okul yıllarında dikkati odaklama, sürdürme ve diğer öğrenme süreçleriyle ilişkili olumlu etkileri olduğu da gösterilmiştir. Güvenli bağlanan çocukların ders notlarının daha yüksek olduğu, hedef odaklı ve işbirlikçi olmaya daha yatkın oldukları bulunmuştur. Güvensiz bağlanan çocukların ise akademik süreçlerde daha çok zorlandıkları görülmüştür. Güvenli bağlanan çocukların öğretmenleriyle başarılı bir bağ kurdukları ve başarılı olacaklarına dair kendilerine güvenleri olduğu ve sınıf ortamında zorlu görevleri öğrenmeye yönelik motivasyonları yüksek olduğu bulunmuştur.

 Ayrıca, güvenli bağlanma yaşamda karşılaşılan güçlükler karşısında dirençli ve esnek olmayı sağlar ve olumsuz duygulanım, ruh sağlığı ve istismar gibi konularda koruyucu faktördür olarak bulunmuştur. Buna karşılık güvensiz bağlanma; olumsuz duygulanım ve ruh sağlığı için de bir risk faktörü olarak görülmektedir. Çocuklar, erken dönemde güvenli bağlanma örüntüsü geliştiremediklerinde, ilerleyen yaşlarda olumsuz durumlar oluşabilmektedir. Genellikle karşıt gelme bozukluğu, davranış bozuklukları, travma sonrası stres bozukluğu ve kaygı bozuklukları yaşayan çocuklarda bağlanma sorunları görülebilmektedir. Bağlanma sorunu yaşayan çocukların mutlaka psikolojik desteğe ihtiyacı vardır.

Uzm. Psk. Kadriye Toker

Çift Terapisi – Espero Psikoloji İzmir Bornova

Sağlıklı Bir İlişkinin Temelleri

Sağlıklı bir ilişki, mutlu ve tatmin edici bir yaşamın temel taşlarından biridir. İyi bir ilişkiyle birlikte bireyler, sevgi ve saygı ihtiyaçlarını karşılarken zor süreçlerde partnerinden destek görür. Sağlıklı bir ilişki, her iki partnerin de kişisel gelişimine katkıda bulunurken stresi azaltır ve yaşamın daha anlamlı hale gelmesine yardımcı olur.

Sağlıklı bir romantik ilişki için en önemli etken elbette sağlıklı bir iletişimdir. İyi iletişim, çiftlerin duygularını, ihtiyaçlarını ve düşüncelerini açıkça ifade etmelerini sağlar. Aynı zamanda partnerlerin birbirlerini daha iyi anlamalarına ve çatışmaları daha sağlıklı bir şekilde çözmelerine yardımcı olur. Sağlıklı bir iletişimle karşılıklı güven artar ve bağlılık derinleşir.

Çift Terapisi Ne Zaman Gereklidir?

Yaşamın her alanında olduğu gibi romantik ilişkilerde işler bazen istediğimiz gibi gitmeyebilir. Her ilişkide sorunlar ortaya çıkar, sorunsuz bir ilişki tahayyülü pek gerçekçi olmayacaktır. Bazı sorunlar çiftin iletişim becerileri ve birbirlerine olan bağlılıklarıyla çözülebilirken bazı sorunlarsa çözülemeyecekmiş gibi durabilir. Nasıl bir hastalığı atlatamadığımızda hekime gidiyorsak ilişkide de çözülemeyecekmiş gibi duran sorunlar için bir uzmana danışmak gerekebilir. Çift terapisi bu noktada çiftlere destek olabilir. Peki nasıl?

Çift Terapisi Ne İşe Yarar?

Çift terapisti öncelikle sizin duygu ve düşüncelerinizi dinler, olayları partnerlerin gözünden ayrı ayrı alır ve analiz eder. İlişkiyi dar boğaza sürükleyen şeyin ne olduğunu tespit etmeye çalışır. Kimi zaman partnerlerin de sorunun ne olduğunu anlamadığı, sorunu birkaç cümleyle ifade edemediği kompleks durumlar olabilir. Çözmek için önce sorunun ne olduğunu bulmak gerekir. Çift terapisti de aldığı eğitimler, bilgi birikimi ve deneyimiyle sorunu en net haliyle tespit eder. Bunu yaparken haklı veya haksız partner aramaz. Nitekim önemli olan kimin haklı kimin haksız olduğu değildir. Asıl nokta sorunun çözümü ve bir daha yaşanmaması için partnerlerin nasıl roller alabileceğidir.

Çift terapisi, yalnızca bir sorunun ortadan kaldırılması için çözüm yolu sunmaz. Bunun yanı sıra çiftlerin iletişim becerileri ve zorluklarla baş etme stratejilerinin arttırılmasını hedefler. Böylece bundan sonra oluşabilecek sorunların daha kolay bir şekilde çözülebilmesini amaçlar.

İzmir Bornova’da Çift Terapisi

Eğer sizin de ilişkinizde zorlandığınız noktalar bulunuyorsa, bu sorunları bir uzman desteğiyle aşmak ve çift olarak gelecek sorunların üstesinden daha kolay gelmek istiyorsanız İzmir Bornova Küçükpark’ta bulunan Espero Psikoloji’de alanında uzman çift terapistleriyle randevu oluşturabilirsiniz. Bunun için 0232 373 71 50 numaralı telefon veya Whatsapp hattından ya da iletisim@esperopsikoloji.com mail adresinden iletişime geçebilir ve randevu oluşturabilirsiniz.

Yeme Bozuklukları

Bireyin, yemek yeme davranışının fiziksel açlık durumuna göre değil bireyin farklı düşünme ve algı biçimlerine göre şekillendiği, bireyin çok fazla yeme, çok az yeme, telafi edici davranışlar içinde bulunma gibi sağlıksız beslenme, sağlıksız düşünce ve davranışları içeren oldukça ciddi bir zorlanma grubudur. Yeme bozuklukları başlığı altında birçok bozukluk yer almaktadır ancak anoreksiya nervoza, bulimiya nervoza ve tıkınırcasına yeme bozukluğu sıkça karşılaşılan yeme bozukluğu türleridir.

ANOREKSİYA NERVOZA

Bireyin, yaş, cinsiyet, fiziksel sağlık ve gelişimsel düzey açısından gereksinimine göre besin alımını kısıtlama tutumu sonucunda vücut ağırlığının belirgin bir düzey altında kalması.

Vücut ağırlığının belirgin şekilde düşük olmasına rağmen kilo almaktan, şişman olma düşüncesinden çok korkma veya kilo almayı engelleyen davranışlar gösterme.

Bireyin beden algısında bozulmaların olması, benlik değerinin beden algısına göre değerlendirilmesi, beden ağırlığındaki kilo kaybının farkına varamama.

Kişilerde bu süreç tıkınırcasına yeme ve çıkarma davranışları gösteren bir şekilde veya tıkınırcasına yeme ve çıkarma davranışı olmadan kendini kısıtlayan (diyet, spor vs.) bir şekilde ortaya çıkabilir.

BULİMİYA NERVOZA

Bulimiya nervoza, kişinin kontrol edemediği tıkınırcasına yeme davranışı atakları ve ardından telafi edici davranışlarının bulunduğu bir yeme bozukluğudur. Bireyin bu davranışı haftada en az 2 defa olacak şekilde 3 aylık bir süreçte yoğun olarak ortaya çıkmaktadır.

Bireylerde aşırı yeme ataklarına eşlik eden kilo alımını engellemek adına kusma, laksatif kullanımı gibi telafi edici davranışlar görülmektedir. Bireyin aşırı yeme davranışı kiloları ve beden görünümüyle ilgili kaygılarını arttırır ve kendini besin alımı konusunda kısıtlamaya çalışır bu da tıkınma ihtimalini arttırır.

Bu yeme bozukluğuna sahip bireylerde görünümü ile kendini eleştirme, kilolarının ve beden biçiminin kendi değerini belirlediğine dair inançlar yoğundur.

Bireyin kendine yönelik aşırı eleştirici tutumu, aşırı onay ihtiyacı, kontrol duygusunu bedeni üzerinden sağlama eğilimi görülmektedir.

Bireyin yaşamındaki olumsuz etkilendiği olaylardaki duygulanımına göre yeme atakları tetiklenebilir.

TIKINIRCASINA YEME BOZUKLUĞU

Tıkınırcasına yeme bozukluğu, bireyin tekrarlayan aşırı yemek yeme dönemlerini ve bu dönemlerde yeme davranışı üzerinde kontrolünü kaybetmesi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu dönemlerde yemek yemeyi sınırlandırma veya bu yeme nöbetlerinin ortaya çıkardığı etkileri ortadan kaldırmak için uygulanan bir yöntem bulunmamaktadır.

Tıkınırcasına yeme bozukluğu yaşayan bireyler, tıkınma dönemlerinde aldıkları besin miktarından utanç duyma ve bunu tek başına olduğu zamanlarda yapma eğilimi gösterebilirler. Bireyler normalden daha fazla yeme, rahatsız olacakları bir düzeye kadar yeme, açlık duymadan aşırı yeme ve yedikten sonra beden görünümünden hoşlanmama, kendinden nefret etme gibi davranış, sıkıntılar yaşayabilirler.

Tıkınırcasına Yeme Bozukluğunun tedavi kısmında danışan ile işbirliği kurularak işlevsel olmayan davranışların tespit edilip danışanın bu davranışlar üzerinde kontrolü arttırılmaya çalışılmaktadır.

Uzm. Psk. Kadriye Toker

Espero Psikoloji, Bornova

Yaygın Anksiyete Bozukluğu Nedir?

Bireyin yaşamındaki çeşitli alanlardaki konulara (arkadaşlık, aile ilişkileri, ekonomik konular, iş yaşamı, günlük planlamalar vs.) yönelik kontrol edemediği düzeyde, sıklıkla ve aşırı düzeyde endişelenme, kaygı hissetme ve fiziksel olarak gerginlik hali olarak ortaya çıkmaktadır.

Bireylerin belirsiz bir duruma karşı tahammüllünün çok az olduğu ve belirsizlikle ilgili güvence arayışı içinde olduğu; olumsuz olabilecek olayların olasılığını yüksek olarak gördüğü ve sıkça ‘Ya bunlar başıma gelirse…’ düşünme biçimi içinde olduğu görülebilmektedir.

Bireyin hemen her gün birçok durum, etkinlik, konu hakkında aşırı anksiyete ve endişe duyma durumu en az 6 ay süre boyunca görülebilmekte olup kolay yorulma, kas gerginliği, uyku bozukluğu, öfke sorunları, düşünceleri yoğunlaştırmada zorlanma, huzursuzluk, aşırı heyecan veya endişe duyma gibi belirtilerin birkaçı veya daha fazlası bu duruma eşlik edebilmektedir.

Bireyin belirsiz durumlara karşı tahammülünün çok az olduğu, artmış tehdit algısı, oluşacak durumların kestirilemez, kontrol edilemez olduğuna dair yoğun endişe içinde olduğu, olumsuz duygulanım, fiziksel(kas) gerginliği, sorumluluklardan kaçma, erteleme veya aşırı tedbir, güvence arayışı içine girme (bilgi toplama, kontrol etme vs.) gibi özellikler gösterebileceği görülmektedir.

Birey yaşadığı endişeyi çoğu zaman bir tehdide tepki olarak başlayan belirsizliği gidermeye yardımcı olan bir durum olarak görmek isteseler de bu endişe hali sorunun çözümüne odaklanmaz. Birey bu endişe halini durdurmakta zorlanır ve kontrol edilemez olarak görmeye başlar.

Yaygın kaygı bozukluğunun kronik inişli-çıkışlı bir seyrinin olduğunu gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Yetişkinlik döneminde bireyin stresli yaşam olayları yaşama ihtimalinin artması yaygın kaygı bozukluğunun başlamasını etkileyebilmektedir.

Yaygın kaygı bozukluğuna depresyon ve başka anksiyete hastalıklarının eşlik ettiği durumlar oldukça fazladır.

Yaygın anksiyete bozukluğu tedavisinde Bilişsel ve davranışçı terapiler ile bireyin işlevsel olmayan/ sağlıksız olan bilişlerini ve davranışlarını belirleme ve düzenleme konusunda işbirliği içinde çalışılır.

Uzm. Psk. Kadriye Toker

Espero Psikoloji, Bornova

Depresyon Nedir ve Belirtileri Nelerdir?

DEPRESYON NEDİR?

Kişinin günlük işlevselliğini, günlük yaşam rutinini bozacak derecede uzun süren yoğun keder ve üzüntü içinde olma durumudur.

Depresyon tanısı için belli belirtilerin klinik anlamda şiddetli olması gerekmektedir.

DEPRESYON BELİRTİLERİ

Bu belirtilerin birçoğu neredeyse her gün toplam iki haftadan daha uzun süre kişide görülmektedir. Bu zorlanmalar bireyin günlük hayata olan uyumunu olumsuz etkilemekte olup aşağıdaki belirtiler birçoğu bireyde görülebilmektedir.

  • Çökkün duygu durum
  • Etkinliklere ilgide azalma, keyif almama
  • Yeme isteğinde istem dışı azalma veya artma
  • Kiloda istem dışı artma veya azalma
  • Aşırı uyuma veya uykusuzluk çekme
  • Ajite olma veya yavaşlama
  • Belirgin enerji düşüklüğü
  • Baskın değersizlik veya suçluluk duyguları
  • Odaklanmada güçlük ve kararsızlık hali

Bu belirtilerin kişide var olması kişinin iş, okul, sosyal hayatındaki işlevini bozmakta ve kişinin yeniden hayata uyum sağlaması için ‘Davranış Etkinleştirme’ olarak bilinen etkililiği kanıtlanmış teknik sıkça kullanılmaktadır. Bu tekniğe ek olarak bireyin günlük hayatına uyumu arttırmak amacıyla bireye özgü tedavi tekniklerinden uygun olanlar kullanılarak bireyin olumlu yaşantı deneyimlerinin arttırılması amaçlanmaktadır.

Siz de bu belirtileri kendinizde uzun süredir görüyor ve zorlandığınızı düşünüyorsanız bir uzmandan destek alabilirsiniz.

Uzm. Psk. Kadriye Toker

Espero Psikoloji, Bornova

Deneyimsel Oyun Terapisi Bornova

İzmir Bornova’da Oyun Terapisi

Bu yazımızda, İzmir Bornova Espero Psikoloji’de de uygulanan Deneyimsel Oyun Terapisi’nden bahsedeceğiz. Detaylı bilgi ve randevu için 0232 373 71 50 numaralı telefondan ulaşabilirsiniz.

Deneyimsel Oyun Terapisi Nedir?

Oyun terapisi, oyun ve oyuncaklar aracılığıyla 2-12 yaş arasındaki çocukların ihtiyaçlarını sembolik şekilde uzman terapistler eşliğinde ifade etmelerine ve iyileşmelerine odaklanılan bir süreçtir. Oyun çocuğun bütün gelişim alanlarıyla bağlantılı şekilde ilerlemektedir.

Oyun ve oyuncaklar çocuğun kendisini, duygusal ve davranışsal zorlanmalarını ifade etmesinin doğal yoludur çünkü on iki yaş altındaki çocuklar kendi duygu ve düşüncelerini sözel olarak sınırlı düzeyde ifade edebilmektedirler.  Güven içeren bir ortamda çocuklar terapistten aldıkları cesaret ile duygularını oyuncakları kullanarak anlatırlar.

Çocuklar duygularını ve davranışlarını büyükler gibi anlamlandırma ve ifade etmede yeterli olmadıkları için oyun yoluyla içsel dünyasını dışa vurma şansı bulur. Bu oyun ve oyuncakların sembolik anlamları uzman oyun terapistleri tarafından yorumlanır ve çocukta yaşadığı süreçleri yeniden yapılandırma, rahatlama, iyileşme hali ortaya çıkar. Bu süreçte çocuğun farkındalığı ve baş etme becerileri gelişmeye başlar. Ve çocuklar duygularını ifade edebilmelerinin sonucunda psikolojik olarak olgunlaşmakta böylece kişiliğe yönelik özelliklerini ve kendisi olmasının önemini fark edebilmektedir.

Oyun odasında terapist çocuğa karşı koşulsuz kabul, güven veren ve yönlendirmeyen bir tutum sergiler. Oyun odası çocuk için güvenli bir alan hale getirilir. Aynı zamanda oyun odası dış dünyanın bir temsilini oluşturmakta olup bu oyunlar sayesinde çocuğun öz kontrol, farkındalık ve özgüveni gelişerek kendisi olabilme özgürlüğü kazanır ve burada kazanılan beceriler dış dünyaya genellenir.

Deneyimsel oyun terapisi sürecinde ebeveynin katılımı, iş birliği oldukça önemlidir. Ebeveynin iş birliği sayesinde ilerleme ve iyileşme görülme durumu artmaktadır. Bu süreçte ebeveynlere yönelik önemli konularda psikoeğitim ve psikolojik destek terapist tarafından sağlanmaktadır.

Oyun Terapisi;

  • Travma Sonrası Stres Bozukluğu,
  • Duygusal Zorlanmalar,
  • Davranışsal Zorlanmalar,
  • Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu,
  • Kendine veya Başkalarına Zarar Verici Davranışlar,
  • Ayrılık Kaygısı,
  • Sosyal İçe Kapanıklık,
  • Uyku ve Yeme Problemleri,
  • Boşanma ve Yas,
  • Kardeş Kıskançlığı,
  • Alt Islatma ve Kaka Kaçırma,
  • Depresyon ve Takıntılar,
  • Büyük Değişimlere Uyum Problemleri

gibi durumlarda etkili olmaktadır.

Siz de bu ve bunun gibi problemler hakkında çocuğunuz için destek almak istiyorsanız 0232 373 71 50 numaralı telefondan detaylı bilgi alabilir ve sonrasında dilerseniz İzmir Bornova’daki Espero Psikoloji merkezimizde oyun terapisi için randevu oluşturabilirsiniz.

Uzm. Psk. Kadriye Toker

Stj. Psk. Seher Melisa

BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI TERAPİ (BDT) NEDİR?

Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), bireyin psikolojik zorlanmaları ile ilişkili veya onları sürdüren duygu, düşünce ve davranışları belirleyerek iyileşmeyi hedefleyen bir terapi yaklaşımıdır. Yaklaşımın bilişsel kısmında bireyin zihinsel süreçleri, davranışsal kısmında ise bireyin uyumsuz davranışları üzerinde durulmaktadır.

 Bilişsel Davranışçı Terapi, teorik temelleri ve etki mekanizmaları en fazla araştırılmış, bir başka deyişle üzerinde en çok bilimsel araştırma yapılmış psikoterapi yaklaşımıdır.

Terapi sürecinde bireyin günlük işlevselliğini olumsuz etkileyen sağlıksız düşünce ve davranışlarının değişimi ve bunun yanında olumsuz duygularının şiddetinin azaltılması hedeflenmektedir.

Üç Nesil Bilişsel Davranışçı Terapi

BDT tek bir terapi yöntemi veya yaklaşımı değil, birden fazla düşünce ve sistemi bünyesinde barındırarak kişide iyileşmeyi amaçlamaktadır. Kişideki psikolojik sorunlarla ilişkili olarak davranışsal, duygusal, bilişsel gibi birçok farklı faktörlere yönelik uygulama ve yöntemlerden oluşan Bilişsel Davranışçı Terapiler altında sınıflanmış 10’dan fazla terapi ekolü bulundurmaktadır. Bu ekoller çıkış yıllarına göre üç farklı nesil altında toplanmıştır.

Birinci nesil, 1950’lerden itibaren psikolojinin de popülerleşmesi ile kişideki sorunları veya acıları azaltabilmek amacıyla öğrenme teorilerini kullanmıştır. Öğrenme teorilerinin kullanımı ile kişinin, sorun davranışına ve bu davranışı etkileyen çevresel koşullara odaklanarak ve değiştirerek kişide iyileşme sağlamayı hedeflerler.

İkinci nesil 1970’lerde ortaya çıkmaya başlamıştır. Kişideki sorun davranışlarında önemli olan şeyin kişinin işlevsel olmayan düşünceleri ve inançları olduğunu düşünür ve terapide bunları hedef alarak iyileşmeyi amaçlarlar.

Üçüncü nesil ise 2000’lerde ortaya çıkmış ve içerikten çok kişilerin duygu ve düşünceleriyle olan ilişkilerine odaklanmışlardır. Kişilerin yaşadıkları bazı zorlukları kabul etmelerini sağlayarak bu zorluklarla başa çıkmasını sağlamayı hedeflerler.

Üç dalga davranış terapilerinin temel özellikleri; bilişsel yaklaşıma verilen önem, şimdi ve buraya odaklı olması, esneklik, sorun ve öğrenme odaklı olması, aşamalı ilerleme, zaman sınırı ilkesi ve kısa süreli tedavi olması söylenebilir.

Bilişsel Davranışçı Terapinin Temelleri ve Özellikleri

Bilişsel davranışçı terapi, değerlendirme aşamasında yapılandırılmış bir yöntem izler. Yani, her bilişsel davranışçı terapide bulunması gereken bazı ilkeler vardır.

Danışanın kendisine ve problemlerine yönelik olarak sürekli gelişen bir formülasyona sahiptir. Bu sayede BDT, danışanların probleme sebep olan, işlevselliklerini etkileyen düşünceleri fark etmelerini, değerlendirmelerini ve işlevsel hale dönüştürmeye yardımcı olur.

BDT, sağlam bir terapötik ilişki gerektirir. Terapi aşamasında, danışan ile terapist arasında güven ve iş birliğine dayalı bir ilişki kurulması terapinin sürekliliği ve yararlı olabilmesi için çok önemlidir.

Ayrıca, BDT iş birliğini vurgular ve danışanın aktif bir katılımcı olarak terapi sürecine dahil olmasını gerektirir. Bu ilke, danışanın terapiyi bir ekip çalışması olarak görmesini ve ne üzerinde çalışılacağına, neler yapılacağına ve ne sıklıkta görüşüleceğine beraber karar vermelerini sağlar.

BDT’nin en önemli özelliklerinden biri ise şimdi ve buraya odaklı olmasıdır. Yani, kişinin sorunlarını geçmişinde ya da çocukluğunda değil de onların güncel hayatlarında olan sorunlara odaklanarak bu sorunları iyileştirmeyi hedefler. BDT yaklaşımına göre de kişinin geçmişte yaşadığı sorunların önemini kabul etse de kişinin şu an yaşadığı problemleri iyileştirmenin daha önemli olduğunu savunur.

BDT, çocuk, ergen ve yetişkinlerde (bireysel, çift ve aile) uygulanabilen bir tedavi yaklaşımıdır. BDT; kaygı bozuklukları, depresyon, travma sonrası stres bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluk, yeme bozukluğu, kişilik bozukluğu gibi birçok zorlanmanın tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır.

Yazarlar

Uzm. Psk. Kadriye Toker

Ecem Melis Acar- Can Kurt